2D

Hotel Transylvania – Analiz

Yönetmen: Genndy Tartakovsky
Animasyon Yönetmeni: James Crossley

Otelin Menüsü: Korku Soslu Şekerleme
Sony Pictures Animation yapımı “Hotel Transylvania”, korku-fantastik ve eğlence (mizah)’yi birleştiren bir animasyon. 6 yılda biten film, 100 milyon dolara mal olmuş ve gişe sonrası Sony’ye 300 milyon dolar kazandırmış. Gişede hasılat rekorları kıran birçok filmle karşılaştırıldığında Hotel Transylvania’nın çok fazla ilgi görmediğini söylemek mümkün. Ancak bu ilginin filmin kalitesiyle ters orantılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunda da başarılı yönetmen Genndy Tartakovsky’nin büyük bir payı var.
Sony’nin Genndy Tartakovsky’i yönetmen olarak seçmesi radikal bir karar. Samurai Jack ve Powerpuff Girls’ten tanıdığımız Tartakovsky, ağırlıklı olarak 2D animasyon geleneğine bağlı bir yönetmen. Dolayısıyla Sony, Tartakovsky’nin 2D geleneğini, bu projedeki 3D animasyona yansıtmasını istemiş gibi görünüyor. Bununla ilgili olarak Tartakovsky, ayna referansı alınan pozlardan ziyade gerçek pozların kâğıt üzerine tekrar tekrar çizilerek ideal ve eğlenceli bir ifadeye ulaşılmasını, bunun için de bir kalem perspektifinden bakmak gerektiğini söylüyor. Animatörler de bu bağlamda video referansından sıyrılıp kâğıt çiziminden yola çıkarak karakterleri canlandırmışlar. Bunda da ne kadar başarılı olduklarını animasyon kalitesinden anlaşılıyor.

gorsel1

Tabii bu başarıda Tartakovsky’nin özverili ve detaycı çalışmasını da unutmamak lazım. Tartakovski, animasyon planlarının değerlendirilme sürecinde elinde sürekli tabletle dolaşıp pozlamalara direkt müdahale etmiş ve animatörle bu bakımdan sıkı bir etkileşimde bulunmuş. Ve onlardan gerçekliğin dışında karikatürize edilmiş, gerçek hareketten daha gerçekçi olan bir animasyon beklemiş. Sanatsal yapıtlarda da yapılmak istenen bu.

gorsel2

Filmin animasyon yönetmeni de Sony’nin daha önce çalışmış olduğu yönetmenlerden biri. Daha önce Cloudy with a Chance of Meatballs, Beowulf ve The Smurfs’de çalışan James Crossley, Sony’nin anlatım diline alışkın biri. Belki de bu yüzden Crossley, Tartakovsky’nin yöntemine hiç aşina olmadıklarını söylese de bu yöntem sayesinde “klasik hareket kalıplarını kırararak” çok daha eğlenceli bir film ortaya çıkardıklarını vurguluyor.

gorsel3

Eğlence demişken animasyonla ilgili bir önyargıdan söz etmek istiyoruz. Nedense animasyon deyince akla sadece mizah geliyor, bunun böyle olmadığını 9 ve Nightmare Before Christmas’da görmüştük. Ancak son dönemlerde üretilen hemen hemen bütün animasyonlarda yoğun bir biçimde mizaha ve komediye yer verildiği görülüyor. Bu anlamda Hotel Transylvania farklı bir yerde duruyor. Öyle ki barındırdığı korku ögeleriyle 9 ve Nightmare Before Christmas serisine eklemlenebilir. Hatta 2012 yılında gösterime giren Frankenweenie ve ParaNorman’ı da aynı türe dâhil edebiliriz. Bu üç filmin de aynı dönemde gösterime girmesi, animasyonun salt mizah ya da komediden sıyrılıyor olmasının bir göstergesi olarak okunabilir mi? Bununla ilgili görüşlerimizi ayrı bir çalışmada ele almayı düşünüyoruz.
Bazı eleştirilerde filmin çocuklara uygun olduğu, esprilerin çok basit olduğu söylenmiş. Bu nedenle yetişkinlere hitap etmiyor denmiş. Biz bunun aksini düşünüyoruz. Hotel Transylvania yer yer çocuklara hitap etse de çoğu sahne çocuklar için ürkütücü olabilir. Örneğin, birçok izleyenin aklında kalan aşağıda sahne yetişkinler için bile hafızalara kazınmıştır.

gorsel4

Hotel Transylvania, konu itibariyle popüler sinemadan etkilenmiş görünüyor. Bildiğiniz gibi “Twilight” serisi ile birlikte vampir filmleri revaçta olmaya başladı. Aynı şekilde vampir edebiyatı da yeniden popülerleşti. Bir vampir ailesinin hayatını mercek altına alan filmin konusu üzerinde fikir birliğine varılabilmiş değil. Birçok kişi filmin, aşkı anlattığı üzerine odaklanmış. Ama aslında hikâye ana karakter Mavis’in dış dünyayı ve insanları merak etmesi üzerine kurulu. Aşk da, sadece yan olaylardan biri olarak inşa edilmiş. Gerçi hikâye ilerledikçe ana hikâyenin ekseninde kaymalar görülüyor. Dış dünyayı merak etme hikâyesi, bir anda Mavis’in zing’ini bulma (Karşı cinsle ilişki kurma ölçütü. Bizde buna elektrik alma deniyor) hikâyesine dönüyor. Klasik çarpma yöntemiyle ilk görüşte aşk yaşanıyor. Mavis, Zing’ini buluyor ve onu kaybetmek istemiyor. Tabii bu eksen kaymaları hikâyeyi pek sarsmadığı gibi birçok izleyiciyi de rahatsız etmeyebilir. Çünkü Hotel Transylvania gerek karakter, gerek mekân açısından öyle bir görsel şölen sunuyor ki resmen büyüleniyorsunuz.
Filmi, karakter ve mekân tasarımı açısından değerlendirecek olursak ortaya muhteşem bir tablo çıkıyor. Hotel Transylvania’nın karakter tasarımında son yıllardaki en güçlü kadrolardan birine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Mekân tasarımında da yine güçlü bir isim var: Luc Desmarchelier. Bu tasarımcıların her birinin kendine has bir tarzı var. Disney, Glen Keane, Jim Kim ekolünün dışına çıkmamayı tercih ederken Sony, Carter Goodrich başta olmak üzere Fabian Mense, Craig Kellman ve Pete Oswald gibi çok farklı tarzlarda, stil sahibi birçok tasarımcıyı bir araya getirmiş. Burada bir parantez açmak gerekirse Goodrich, son dönem animasyon filmlerinin karakter tasarımında vazgeçilmez isimlerden biri. Goodrich, ne kadar başarılı olduğunu bu projedeki ağırlığıyla bir kez daha ortaya koyuyor.

gorsel5
gorsel6

Frankenstein, Dracula, Kurt Adam, Görünmez Adam, Mumya gibi birbirinden farklı tarzda ve anatomik yapıdaki ana karakterlerin yanı sıra yan rollerdeki cadılar, zombiler, tek gözlü canavarlar, iskeletorlar, ve daha bir sürü korkunç ve garip yaratıklar işte bu ekibin elinde şekillenmiş. Bu arada karakterler ve seslendirmenler birbirine çok benziyor. Belki de bu yüzden seslendirmeler oldukça başarılı. Bu konuda nasıl bir yöntem izlendiğini bilmiyoruz. Yani seslendirmenler referans alınarak mı tasarım yapılmış, yoksa karakterlere göre seslendirmenler mi seçilmiş, emin değiliz. Bildiğimiz bir şey varsa o da seslendirmenlerin ve karakterlerin uyumlu olmasının filmin başarısında etkili olduğu.

gorsel8
gorsel9

http://www.ew.com/ew/gallery/0,,20609141_20633524_21212724,00.html#21212718

Bu korkunç bilinen yaratıkların insanlardan korkması da çok güzel bir ironi. Aynı zamanda canavarların bilinen imajları ters yüz edilmiş. Böylece hepsi komik karakterlere dönüştürülmüş.
Filmdeki vampir karakterleri, zihnimizdeki vampir imajından farklı. Bu son dönem, vampir filmlerinin çoğunda var. Burada onların insan kanı içemediğini görüyoruz. Öyle ki Dracula, insan kanının yağlı ve mikroplu olduğunu söylüyor. Dracula’nın insanlarla yaşadığı kötü bir deneyim sonrası kızı Mavis’i insanlardan korumaya çalışması tipik bir baba tavrını yansıtıyor. Dracula kızının büyüdüğünü de kabullenebilmiş değil henüz. “Eyvah kızım büyüdü” paniğiyle kendisi gibi olamıyor ve kızıyla doğru bir iletişim kuramıyor. Bu açıdan hikâye baba-kız ilişkisine derinlemesine odaklanıyor. Adam Sandler’ın Dracula’nın seslendirmeni olarak seçilmesindeki ana etken de, kız çocuğu babası olduğu için Dracula karakteriyle empati kurabileceği düşüncesidir.
Her şeyi mutlu sonla bitirme arzusundan dolayı canavarların insanlarla kaynaşmasının bir anda gerçekleştiği konusunda eleştiriler var. Bizce bu kısımda bir sıkıntı yok. Çünkü insanlar canavar festivali yapıyorlar ve bu festivaldeki her karakteri onlar gibi sanıp eğleniyorlar. Yani onların gerçek canavarlar olduğunu anlayan görünmüyor gibi. Dolayısıyla burada Dracula’nın Jonathan’a ulaşması için çok güzel bir çözüm verilmiş. Ki bunun da insanların eliyle gerçekleşmesi önemli. Bu noktada da canavarların ve insanların kaynaştığını söylemek zor. Ayrıca bu kaynaşmayı Jonathan ile Mavis arasında vermek bile hikâyenin mesajı açısında yeterli.
Filmin korku atmosferini daha iyi yansıtması için renk paleti itibariyle genellikle monokrom sahneler tercih edilmiş. Bu bakımdan ilk bakışta zengin mekan görselleri dikkat çekmese de lokal sahnelerde farkına varabileceğimiz detaylardaki yaratıcılık takdire değer.

gorsel7

Story artist Kaan Kalyon’ın başarısından bahsetmeden geçmeyelim. Bildiğiniz gibi bu tür projelerde story artist büyük bir öneme sahiptir. Sanılanın aksine sadece story artist, storyboard çizimiyle sınırlı kalmayıp filmde birçok beğendiğimiz sahnenin, mizansenlerin ve detayların arkasındaki yaratıcı beyindir. Bu bağlamda Kaan Kalyon da story artist’liğin hakkını fazlasıyla veriyor. Pocahontas, Aslan kral, Herkül gibi animasyon filmlerinde çalışan Kalyon, başyapıtlar serisine Hotel Transylvania’ı da ekliyor.
Sonuç olarak Hotel Transylvania, hem içerik hem teknik açıdan son dönemlerde en çok keyif veren filmdi. Ayrıca şimdiye kadarki en iyi animasyon listelerinde üst sıralarda yer almayı hak ettiği de su götürmez bir gerçek.

Yazanlar: Nefise Abalı, Eren Erdoğan

Yeni yıl filmleri

Yeni yıla girdiğimiz şu günlerde, bir çok marka ve stüdyo kendi noel filmlerini çoktan internete yaydı. Bunlardan bazılarını bir başlık altında topladık:

Passion Pictures ve Rollin’ Wild ortak yapımı film


Yine Passion Pictures’ın MPC ile yaptığı Coca Cola filmi


Bruton Stroube stüdyosunun aşk temalı noel filmi, Decor Amore


Unit Image‘in Coca Cola filmi

 

Julien Nantiec‘in alternatif noel kutlaması

 

Kubik Stüdyo‘nun yeni yıl filmi

 

Kanadalı stüdyo SHED‘in alışıla gelmişin dışında konsepti olan filmi

 

İngiliz Blue-Zoo Stüdyosunun noel temalı kısa filmi

 

Hornet Films‘in yeni yıldan bir ay önce çıkan ve kullandıkları karışık teknikle adından çokça söz ettiren filmi

 

 

 

 

Venüs’ün Dogusu Yapım Asaması


 

49. Altın Portakal Film Festivali için yaptığımız “Venüs’ün Doğuşu” adlı filmi aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
http://www.animasyongastesi.com/?p=36194

Yapım aşamasının detayları:
Senaryo organizasyon yetkililerinden geldikten sonra, elimizdeki zamanda yetiştirilebilir bir versiyonunu çıkartıp, ardından görselleştirmesine başladık.
Çeşitli storyboard ve konsept çizimleri yapmamıza rağmen, gerçekten akan ve hikayeyi anlatan, dinamik bir versiyona ulaşmak için animatik aşamasına gelmemiz gerekti.
Bir kaç farklı kurgu üzerinde daha çalıştıktan sonra bütün filmin eskizini bitirebildik. Ancak asıl kritik kısma daha yeni gelmiştik. Hangi teknikle yapmamız gerektiğini bilmiyorduk! Üstelik festival yetkilileri de bu konuda bizi özgür bırakmışlardı..
Bir çok teknik düşünülüp tartışıldı ama -teslim süremiz gitgide yaklaştığından- bunların çoğu zaman konusunda masraflı geliyordu.
En sonunda 3 boyutlu referanslarla 2 boyutlu klasik animasyon yapmaya karar verdik. Hem ekipteki kişilerin çizim yeteneğinden ve 3B bilgisinden aynı anda faydalanabiliriz, hem de değişik şeyler deneme fırsatı bulabileceğimiz, daha geniş bir platformda çalışma imkanı olur diye düşündük.
Senaryonun çözülmesi gereken zorluklarıyla karşılaştıkça, doğru düşündüğümüzü görmüş olduk.

Projenin aşamalarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Öncelikle, festival’in kurumsal karakteri ve aynı zamanda ödülünde de bulunan Venüs figürünü tekrar ve daha animatik tasarlamamız gerekti.

2. Ardından, bu karakteri 3B modelleyip -üstünden tekrar çizecebilmek için referans olarak kullanacağımızdan- hızlıca bir iskelet sistemi kurduk ve deformasyon ayarlarını standart bırakıp animasyona geçtik.

3. Bu sırada, bütün planların final konsept çizimleri ve arka plan illüstrasyonları hazırlanıyordu.

4. Bütün Venüs planlarının animasyonunu Autodesk Maya’da yapıp, saniyede 12 kare ve standart materyaliyle (Lambert) çıktısını aldık (render).

5. Corel Painter’da bu çıktıların üzerinden geçtik, su etkisi yaratmak için kullanacağımız diğer akışkan animasyonları da çizip Toonz’da boyadık.

6. 2B stilde okyanus üretmek için “Maya için HOT (Houdini Ocean Toolkit)” eklentisini kullandık. Yaratılan okyanus modelinin üstüne uygun dalga ve köpük dokuları boyayıp ayrı ayrı çıktılarını aldık. Ancak, bu sadece okyanus’un arka plan olarak gözüktüğü sahnelerde işe yarıyordu.

7. Çok daha yakından görünecek “Girdap sahnesi” için bu dokulara suyun kırılma etkisini de vermemiz gerekiyordu.
Bütün dokuları After Effects’e aldık. “CC Glass” efektine “Fractal”‘ı referans göstererek bu dokuları deforme ettik. “Twirl” efekti ve dönme animasyonunu da ekleyip bir dizi hareketli doku sekansı yarattık. Bu sekansları Maya’da oluşturduğumuz sahnedeki girdap modeline kapladık.

8. Bitki örtüsünün büyüme sahnesi için Maya’nın “Paint Effects”i imdadımıza yetişti. Bir sürü ağaç ve bitki büyümesi yaratıp, degrade materyaliyle (Ramp Shader) birlikte çıktılarını aldık.

9. Bütün yaratılan elementler bir kere daha After Effects’e alındı ve final kompozisyonlar oluşturuldu.

10. En sonunda, bu kompozisyonlardan alınan çıktı son renk düzeltmeleri için “Base Light” odasına, oradan da ses efektleri ve final mix’i için “Ses Departmanı”na yollandı.

İzlediğiniz için teşekkür ederiz.

Tuncer Sentürk

Animasyonun hayatınıza etkileri nelerdir ?

Bu sorunun cevabı biraz acıklı olacak:) Çok açık söylemem gerekirse mesleğe ilk başlarda başladığım yıllardaki amatör ruh, yerini profesyonel bir bakış açısına bıraktı, yani o çocuksu heyecanımı eskiye göre yitirdim diyebilirim… Bunu yitirmeme neden olan ana unsursa çalışmak durumunda kaldığım reklam filmleridir.
Siz işinizi nasıl yapacağınızı bildiğiniz halde, konuya sizin kadar hakim olmayan bir sürü insan sürece müdahale eder ve sonunda en başta hayalini kurduğunuz işten çok uzaklarda bambaşka bir iş ortaya çıkar, bu durum kelimenin tam anlamıyla “Mesleki ömür törpüsüdür…”
Neden Animasyon yönetmeni olmaya karar verdiniz ?

Bu çok planladığım bir şey değildi açıkçası, dünyadaki bir çok örnekte de olduğu gibi, animasyon yönetmenleri animatör kökenli insanlardan oluşuyor. Bu herhalde, ben olsam bu hikayeyi böyle anlatırdım diye içinizden geçirmekle başlıyor ve devam ediyor.

Biraz çalışma yönteminizden bahseder misiniz ?

Ben her projede sonuca odaklanma yanlısıyım, hikayenin nasıl anlatılacağını kafamda tasarladıktan sonra hepimizin bildiği animasyon sürecinde ilerliyor her şey. Belki diğer animasyon yönetmenlerinden farkım animatörü daha özgür bırakıyor olmam denebilir. Yani ille de bu olsun diye diretmek yerine, karşımdaki insanın fikrini de dinlemek gibi bir yanım var. Başta da dediğim gibi sonuç önemli, güzel ve amaca uygunsa, egoları çarpıştırmanın bir manası yok bence.

Animasyon yaparken Video referans kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Bu biraz projenin niteliği ve gerekleriyle ilgili bir konu, animasyonun zamanlama açısından gerçekçi olması gerekiyorsa, video referans kullanılması gayet normal. Eskiden yani video cihazları ufalmamış ve bu kadar yaygınlaşmamışken yani, animatörler ya ayna karşısında kendileri oynardı yada başka bir animatör arkadaşını oynatarak referans uç resimler elde ederdi. Şu an video referans kullanmanın nitelik açısından bu yöntemden hiç bir farkı yok. Kısaca bana göre hangi yöntemle yapıldığından çok amaca hizmet etmesi ve estetik görünmesi önemli.

“Prensesin Uykusu” adli sinema filminde  Animasyon yönetmeni olarak çalıştınız, projede zorlandiginiz bir taraf oldu mu?

Hiç bir olay zorlamadı, çünkü reklam filminden faklı bir süreç işliyor orada. Bir de projenin başında Çağan Irmak gibi kolay anlaşılır ve zeki bir insan olunca, geriye sadece keyifle uygulamak kalıyor.

En son kişisel projeniz “Artı Uzuv” (Plus Member) filminden biraz bahseder misiniz ?

Bu benim ilk kısa filmim, umarım son olmaz ve fırsat bulup bir süredir üzerinde çalıştığım diğer projeyi de hayata geçirebilirim.
Film, kuyruk uzuvu üzerinden insanların içinde taşıdıkları ”ayrımcılık ve şiddet” duygusunu eleştirmekte.
Ana fikri duyduğum bir hikayeden etkilenip senaryolaştırdım. Konu, Çanakkale savaşı sırasında bir Anzak askerinin annesi, oğluna, Türklerin kuyruklu vahşi canavarlar olduğu ve dikkat etmesi gerektiğini öğütlemesi hikayesi üzerine gelisti. Hepimiz biliyoruz ki, Çanakkale savaşında, düşman askerleriyle ekmeğimizi sigaramızı paylaşmış bir milletiz. Insan şunu düşünmeden yapamıyor, “kuyruklu olsak ne çıkar ki”, insan insandır işte aslında bu kadar basit.
Fakat hikayeyi sadece Çanakkale savaşı üzerinden anlatmak, evrensellikten uzaklaştırıp daha yerel bir hal aldıracaktı. Bu yüzden daha genel, tüm dünyayı, aynı zamanda da tüm insanlık tarihini ele alıp eleştirmeliydi. Bu mantıktan yola çıkarak, tüm ayrımcılık tutumumuzu, yani dil , din, ırk, cinsiyet, düşünce vs. gibi ayrımcılığa neden olan bütün unsurları, kuyruk metaforu üzerinde topladım.
Film yurtdışında iki büyük festivalde binlerce film arasından sıyrılımayı başardı.

*Official selection for the 27th International Short Film Festival in Berlin.
*Screened at the “Portobello Short Film Festival 2011 in London”.

Yeri gelmişken, projede emeği geçen herkese ve İmaj’a verdiği katkılardan dolayı tekrar çok teşekkür ediyorum.


Türkiyedeki animasyon sektörü ve eksiklikleri hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Öncelikle Türkiye’de animasyonun sektör değil, piyasa olduğunu düşünüyorum. Bunun sebepleri var elbette, başlıca sebepleri sıralamak gerekirse, birinci sıraya ekonomiyi koymam gerekir. Ardından da ” Arz-Talep” dengesinin bir türlü yerini bulamamasını. Daha sonraki sıralarda bu konulara bağlı olarak gelişen kalifiye eleman yetersizliğini. Bu sıraladığım tüm unsurlar sektör olamamanın kısır döngüsünü oluşturuyor. Her ne kadar dönem dönem bu işler devlet elinle desteklenmiş olsa da; son dönemlerde olduğu gibi, yeterli değil, diğer yandan zaten devlet desteği ile ilerleyecek bir konu da değil bence. Özel yatırımcıların elinde şekillenmeli. Aslında kısaca sektör olmanın yolu, animasyonun pahalı bir iş olmaktan çıkmasına bağlı.


Animasyon yönetmeni olarak Türkiye’de yapılmış animasyonlar hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Eskiye göre çok daha eli yüzü düzgün işler çıkıyor, çok yetenekli ve hevesli insanlar olmasına rağmen yukarıda cevapladığım sorular, animasyonun gelişmesi konusunda bir engel. Her şeye rağmen ağır aksak da olsa, geçmişe nazaran daha güzel ve dünya standartlarında işler üretilebiliyor. Ama yeterli değil.


Türkiye’de  yapılan  animasyon reklamları hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Bu soruyu cevaplamadan “Reklam” diyince biraz durup düşünmek gerekiyor bence, kim kime hangi şartlarda, hangi takvimlerde, hangi olanaklarla iş yapıyor önce buna bakmak lazım. Bütün bunlar olması gerektiği gibi ilerlediyse; bundan sonra iyi ya da, az iyi demeli, açıkçası cevabı biraz uzun biraz da karmaşık. İlle de bütün bunları göz ardı ederek cevapla derseniz, genel olarak kötü değil deyebilirim.

Türkiye’deki animasyon eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Anadolu Üniversitesi bu işi 90’lardan bu yana başarılı biçimde yürütüyor bence, ama tek bir üniversitenin omuzlarında olmamalı bu yük, bildiğim kadarıyla bir kaç üniversitede daha animasyon bölümü açıldı fakat, ilk akla gelen sadece Anadolu üniversitesi oluyor. 75 milyonluk bir ülke için yeterli değil bence.

 

Sizin için “ işte budur” diyebileceğiniz animasyon hangisidir ?

O kadar çok ki, dar bir kalıba sıkıştırmak istemem ve yazmadıklarımı beğenmiyorum anlamına da gelmez ama, Pixar ve Disney filmlerinin tamamı için “işte budur” sözünü söylemek gerekir. Ama Miyazaki filmlerinin yeri her zaman faklıdır benim için, hem içerik hem animasyon olarak. Defalarca izledim, defalarca da izleyeceğim.

Yeni başlayan animatörleri tavsiyeniz nelerdir ?
Arkalarını dönüp hızla uzaklaşsınlar 🙂 Şaka şaka,
Tavsiyem çok gözlemleyip çok pratik yapmaları olur, gerisi gelecektir.


Kariyerinizdeki bir sonraki adım nedir ?

Bunu bu günden kestirmek çok mümkün değil, ama bir biçimde animasyon hep hayatımda olacak sanırım.

Emekli olduktan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz ?

İnsanlar plan yaparken Tanrı yukarıdan gülümsermiş 🙂

Playstation mı ? X-Box mı ?
Oyun dünyasından biraz uzağım açıkçası, o yüzden bu soruyu geçiştiriyorum.

Max mi ? Maya mı ?
Kesinlikle Maya.

Coca Cola mı ? Pepsi mi ?
Coca Cola

I phone mu ? Android telefon mu ?
Bir ipad edindikten ve kullandıktan sonra, fikir yürüterek söylüyorum, Android 🙂

Araba mı ? Motorsiklet mi ?
Mümkünse ikiside.

2D mi ? 3D mi ?
İzlerken 2D, yaparken 3D