nefise abalı

Türkiye’de Animasyonun Dünü ve Bugünü

Türkiye’deki animasyon sanatının kökenini Karagöz-Hacivat’a,yani gölge oyununa bağlamak mümkün. Gölge oyunuyla animasyon tekniği karşılaştırılacak olursa ikisinde de model hazırlandığı ve bu modele hareket kazandırıldığı görülür. Türkiye’de yüzyıllardır gölge oyunuyla eğlenceler düzenlenmesine karşın animasyon yapımına başlanması oldukça geç bir döneme rastlar. Dünyadaki animasyon tarihine bakıldığında Türkiye’de bir animasyon sektörünün ortaya çıkmasında da oldukça geç kalındı.
001

1930’lu yıllarda Disney ve çağdaşı olan sanatçıların filmlerinin Türkiye sinemalarında gösterime başlamasıyla karikatür sanatçıları, animasyon sinemasına ilgi duymuş ve bu alanda çalışmalar başlatmışlardır (Hünerli, 58). Bu noktada karikatür sanatçılarının Türkiye’deki çizgi filmin temellerini attığının altını çizmek gerekir. Türkiye’de ilk çizgi film denemeleri 1947–1949 yıllarında Vedat Ar’ın verdiği bir kursla başlamıştır. Ar’ın, 1947 yılında kurstaki on beş öğrencisiyle birlikte yaptığı üç dakikalık “Zeybek Oyunu” adlı çalışması Türkiye’nin ilk animasyon filmidir (Onaran, 196). (Not: TRT Çocuk 23 Nisan Uluslararası Çocuk ve Medya Kongresi’nin ikincisinde Eskişehir Üniversitesi Animasyon Bölüm Başkanı Fethi Kaba, Türkiye’deki ilk animasyonun 1932 yılında Cemal Nadir Gürsel tarafından yapıldığını ancak tamamlanmadığını söylemiştir.)
1940’lı yıllarda sinemalarda gösterim öncesi reklam filmlerinin çekilmeye başlanmasıyla animasyon yapımları talep edilmeye başlanmış. Talepler sonucu İstanbul Reklam Ajansı karikatür sanatçılarını bünyesinde toplayarak çizgi filmler hazırlamış. Kısa bir sürede hazırlanan bu basit filmler oldukça ilgi görmüş. Bu yıllardan sonra yurt dışına giderek çizgi film konusunda eğitim alan sanatçılar daha sonra Türkiye’ye dönerek bilgi ve tecrübelerini aktarıp animasyon yapım stüdyolarının kurulmasına ön ayak olmuşlar. Animasyon sanatçıları arasında Ferruh Doğan, Oğuz Aral, Tonguç Yaşar, Orhan Büyükdoğan gibi isimler bulunuyor.

002

1951–1957 yılları arasında renkli olarak gerçekleştirilen veTürkiye’nin ilk uzun metrajlı film projesi olan “Evvel Zaman İçinde”, banyo işlemleri için gönderildiği Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) kaybolmuş (Onaran, 196). Animasyon alanında önemli adımların atıldığı bu yıllarda onca emeğin boşa gitmesi sektör üzerinde olumsuz etkiler yaratmış. Bu filmden geriye beş dakikalık siyah beyaz çekilmiş dans eden bir kadının görüntülerinin yer aldığı bir bölüm kalmıştır (aktaran Hünerli, 58–59).
 Türkiye’de 1960’lı yıllarda Filmar, İstanbul Reklam, KareAjans, Karikatür Ajans, Radar Reklam, Stüdyo Çizgi, CanlıKarikatür, Ajans Bulu, Sinevizyon, ve Artnet gibi ajanslar ve stüdyolar reklamlardan kazandıkları paralarla kısa ya da uzunmetrajlı animasyon filmleri üretmişler  (Hünerli, 59).
70’li yıllar
Bu yıllarda Derviş Pasin, Ateş Benice, Tonguç Yaşar, Erim Gözen, Tunç İzbek, Emre Senan, Ali Murat Erkorkmaz, Cemal Erez,Meral Erez ve Ruhi Görüney gibi animasyon sanatçıları başarılı işlere imza atmış.


Tonguç Yaşar, Sezer Tansu’yla birlikte hazırladığı “Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü” adlı kısa metraj çizgi film ile 1972 yılında 3.Altın Koza Film Festivali’nde özel ödül kazanmış. Daha önceki çalışmalardan oldukça farklı olan bu çalışmada Kur’an-ı Kerim’den çıkartılan bir ayetin “Amentü billah! Ve bima cae min indillah!”ibarelerinin küreklerle çekilen bir gemiye benzetilmiş figürasyonunun harekete geçirildiği gösterilmekte (Onaran, 197).Ayrıca bu film dokuz yüz filmin katıldığı 9. Annecy Çizgi Film Şenliği’nde ön elemeyi geçerek gösterilmeye değer bulunan ilk Türkiye çizgi filmi olmuş (www.gorselsanatlar.org).

003

İtalya’da canlandırma sineması eğitimi alan Meral Erez, “IlGatto” (Kedi) animasyonuyla 1978 yılında düzenlenen Balkan Film Şenliği’nin Ulusal Kısa Film Yarışması’nda birincilik ödülü almış.Meral ve Cemal Erez, 1981 ve 83 yıllarında yaptıkları Les Cordes (İpler) 1985 yılında Marly-le Roi Kısa Film Şenliği’nde ödül almışlar.

004

Karikatürist Tan Oral, 1969’da yaptığı “Sansür” adlı animasyon filmi ile TRT Kültür ve Sanat Bilim Ödülleri Kısa FilmYarışması’nda birincilik ödülü, 1975 yılında Akşehir Nasrettin Hoca Canlandırma Film Yarışması’nda büyük ödülü kazanmış (Hünerli,64). Tan Oral, Tonguç Yaşar ile birlikte bu tür deneysel filmler üreterek Türkiye çizgi filminin sanat ve estetik açısından gelişmesine büyük katkılar sağlarken animasyon filminin sadece reklam filmi olmadığını da ortaya koymuş.
80’li yıllar
1980’lerin başında Türkiyeli animasyon sanatçılarının yurtdışındaki şenliklerde gösterime katıldığı ve ödüller aldığı görülüyor. 1980’de Ateş Benice’nin “Stereo” filmi Zagrep Canlandırma Filmleri Şenliği’nde gösterilmiş, aynı film ertesi yıl Portekiz’in Espinho kentindeki bir yarışma için özel çağrı alarak gösterime girmiş (aktaran Atan 40). Bahattin Alkaç’ın “Tombişin Öyküsü” adlı çizgi filmi 1980’de Almanya’da katıldığı bir yarışmada övgüye değer bulunmuş. Ali Murat Erkorkmaz’ın “Quick Case” isimli çalışması ise 1983’te Annecy Canlandırma Film Festivali’nde 350 film arasında ilk ona girmiş.

 

 

Televizyonun yayın hayatına girmesi ve televizyonun reklam filmleri yayınlamaya başlaması ile birlikte çizgi filmlere ikinci kez talep artışı yaşanmış. TRT, Türkiye yapımı çizgi filmlere yer vermeye başlamıştır. 1984’te Derviş Pasin ve Ateş Benice’nin kurduğu Pasin-Benice Stüdyoları, TRT için “Tomurcuk”, “Süper Civciv”,“Evliya Çelebi”, “Karınca Ailesi”, “Ece ile Yüce” gibi birçok film çekilmiş. Beş dakikalık ve yetmiş beş bölümden oluşan “Karınca Ailesi” ilgi görmüş ve yurtdışı pazarında da gösterime girmiş(aktaran Hünerli, 65).

1980’li yılların ikinci yarısında ise Çizgi Reklam, Tunç
İzberk Stüdyosu, Tele Çizgi, Animatek, Ajans Blu, Artnet gibi birçok stüdyo çeşitli devlet kurumları için eğitici ve öğretici animasyon filmleri yapmaya başlamış (Hünerli, 66).
Dede Korkut Hikâyeleri’nden alınarak çizgi filme aktarılan 50dakikalık “Boğaç Han” Türkiye’nin ilk uzun metrajlı filmidir.  Bufilm Pasin-Benice Stüdyosu’ndan Derviş Pasin tarafından 1988yılında yapılmış.
Ankara’da 1988 yılında Bahattin Alkaç’ın kurduğu Damla Animasyon, Kültür Bakanlığı için “Deli Dumrul”u ve TRT için de birçok çizgi filmi yapmış. 1989’da yine Bahattin Alkaç tarafından kurulan Denge Animasyon; TRT, Kültür Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanı sıra Türkiye’deki birçok kurum için animasyonlar hazırlamış. Ayrıca Almanya, Avusturya, Amerika,Arabistan, Fransa ve İspanya için birçok animasyon filmi de üretilmiş.
Animasyon sektörünün Türkiye’de yeterinde gelişmemiş olmasının nedenlerinden biri de animasyon eğitimine gerekli önemin verilmeyişidir. 1984 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde animasyon dersleri verilmeye başlansa da animasyon eğitiminin sadece bir dersle verilmesinin mümkün olmadığı açık. 1988 yılına gelindiğinde Anadolu Üniversitesi Uygulamalı Güzel Sanatlar Okulu’nda çizgi film eğitimi hakkında ilk ciddi çalışmalar yapılmaya başlanmış. 1988 ve 89 yıllarında Anadolu Uluslararası Çizgi Film Festivali yapılırken 1989 yılında ilk çizgi film semineri gerçekleştirilmiş.
90’lı Yıllar
TRT’de 1990 yılında gerçekleşen bir yolsuzluk gerekçe gösterilerek çizgi film yapımı için verilen destek geri çekilmiş ve Türkiye animasyon sineması büyük bir darbe almış. Animasyon stüdyoları TRT’nin bu alandan çekilmesi üzerine ekonomik gücünü yitirmeye başlamış ve birçoğu kapanmak zorunda kalmış (aktaranHünerli, 65).
Türkiye’deki ilk animasyon bölümü, 1990 yılında AnadoluÜniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Çizgi Film (Animasyon)Bölümü adı altında kurulmuş. Böylece animasyon eğitimi alanında önemli bir adım atılmış.
005
Bu yıllarda Kültür Bakanlığı, Türk kültürünü tanıtmaya yönelik “Dedem Korkut”, “Manas Destanı” ve “Ak Tay” gibi çizgi filmler yaptırmış (Atan 33). Ayrıca bu yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığıda çocuklara dinî ve millî değerleri aktarmak adına “Bir Hikâye Bin Ders”, “Küçük Mücahit”, “Bosna Alevler İçinde” ve “Nasreddin Hoca” gibi çizgi filmler üretilmesini istemiş.
1993’te Türkiye’de çizgi film yapım sanatçılarını mesleki anlamda bir araya getirmek için Çizgi Filmciler Derneği kurulmuş.Dernek, Türkiye’de çizgi film sanatını geliştirmek, çizgi filmciler arasında iletişim kurmak, uluslar arası etkinlikler konusunda bilgilendirmek ve Türk kültürünü çizgi film vasıtası ile çocuk ve gençlere tanıtmak amacını taşıyor.
Türkiye’de animasyonun gelişmesiyle birlikte animasyon sanatçıları yurt dışındaki birçok büyük stüdyoda çalışmaya başlamış.Bunların en başında Tahsin Özgür gelmekte. Walt Disney’de çalışan Özgür, Tarzan (1997), Herkül (1999) ve Asteriks’te (1994) animatör olarak görev almış. Şahin Ersöz ise Walt Disney’in storyboardsanatçısı olarak Herkül (1997) ve Balto’da  (1995) görev almış.
2000’li Yıllar
Anadolu Üniversitesi’nden sonra 2005 yılında Maltepe Üniversitesi’nde ve 2006 yılında Kütahya Üniversitesi’nde ÇizgiFilm- Animasyon Bölümü açılmış. Animasyon sektöründe çalışacak sanatçıların mesleki eğitimlerini üniversite öğrenimi sürecince almaları sektöre hazırlanmaları açısından önem taşıyor. Hem böylelikle animasyonla ilgilenenlerin çok daha erken yaşlarda bu mesleği seçmeleri ve deneyim kazanmaları da sağlanıyor.
1 Kasım 2008’de Türkiye’nin ilk yerli çocuk kanalı, TRT Çocuk’un yayına girmesiyle birlikte gelişmekte olan animasyon sektörü yeni bir döneme girmiş. Ardından 2011’de kabul edilen “Radyo ve Televizyon Kurulu ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun”unda yeralan “Genel ve tematik içerikli yayın yapan televizyon kuruluşlarının, çocuk yayınlarında çizgi filmlere yer vermeleri hâlinde, çizgi filmlerin en az yüzde yirmisinin, diğer çocuk programlarının en az yüzde kırkının Türkçe dilinde üretilmiş yapım olması ve Türk kültürünü yansıtması zorunludur” maddesi (14. Madde)ile birlikte yerli yapım çizgi film üretiminin devlet tarafından destekleneceği duyurulmuş. Bu gelişmeler doğrultusunda yeni animasyon stüdyoları açılmış ve bu stüdyolarda yerli yapımlar üretilmiş.

2009 yılında Türkiye’nin ilk üç boyutlu çizgi film serisi“Keloğlan”, Animax Animasyon Stüdyoları tarafından yapılarak TRT Çocuk kanalında yayınladı. İki sezon boyunca gösterilen “Keloğlan”,2012’de reelle animasyonun birleştirildiği yeni bölümlerle ekranlara geldi.

 

 

Said Nursi’nin hayatını anlatan animasyon filmi “Allah’ın Sadık Kulu”, motion capture (hareket yakalama) tekniğiyle Türkiye’de yapılmış ilk uzun metraj animasyon filmi. Yönetmenliğini Esin Orhan’ın yaptığı film üç buçuk yıllık bir yapım sürecinden sonra 2011’de gösterime girdi.

Bu yıllarda birçok animasyon sanatçısı, bilinen animasyonlarda ve filmlerin görsel efektlerinin yapımında yer almış. Çoşku Özdemir görsel efekt sanatçısı olarak Lucas Film, Dreamworks Animasyon veBlue Sky Stüdyoları’nda çalışmış. Avatar (2009), Buz Devri 2 (2009),Transformers 2 (2009), Karayip Korsanları 3 (2007), Madagaskar 2(2008),Iron Man 2 (2010), Son Havabükücü (2010) gibi filmlerde görev alan Özdemir, 2010 yılında Türkiye’de Robotika Film’i kurarak animasyon ve görsel efekt alanında dünya standartlarında işler üretmeyi hedefliyor.
Dreamworks’de çalışan animatör Onur Yeldan da Arı Filmi (2007),Shrek: Sonsuza Dek Mutlu (2010) ve Çizmeli Kedi (2011) gibi bilinen animasyonlarda yer almış. Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü (2006),Narnia Günlükleri: Prens Kaspiyan (2008), Titanların Savaşı (2010),Harry Potter ve Ölüm Yadigarları (2011) gibi filmler de animatör Arslan Elver’in çalıştığı filmler arasındadır.
TRT Çocuk’a çalışan animasyon stüdyolarının yanı sıra 2000’li yıllarda açılan Raatsız Animasyon Stüdyosu, Gentlemen Visuals, Robotika Films, Anima Animasyon Stüdyosu, Lighthouse Visual Effects,Cherrycherry Animation, Animanya Animasyon, Arca Medya gibi bir çok stüdyo animasyon çalışmalarını sürdürüyor.
Son olarak 2013 yılında İpek Üniversitesi’nde Animasyon Bölümü açıldı. Ankara’da açılan üniversite, Türkiye’de açılan dördüncü Animasyon Bölümü. Bünyesinde animasyon stüdyosu da barındıran üniversite hem akademik hem de sektörel anlamda önemli çalışmalara imza atmayı planlıyor.
Not: Bu yazım Bilişim Dergisi’nin 147. sayısında ve Tasart Dergisi’nin 7. sayısında yayımlandı.
Bilişim dergisi için: Animasyonun Dünü ve Bugünü
Tasart Dergisi için: Animasyonun Dünü ve Bugünü
Kaynakça:
Atan, Uğur. “Çizgi Filmin Türkiye’deki Tarihi Gelişimi”. Animasyonun Kültür Aktarımındaki Yeri. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi, 1995.
Hünerli, Selçuk. Canlandırma Sineması Üzerine. İstanbul: Es Yayınları, 2005.
Onaran, Alim Şerif. Türk Sineması (Cilt I). Ankara: Kitle Yayınları, 1999.
http://cizgilifilm.blogspot.com/2007/05/izgifilm-sanatlar.html
http://derinhakikatler.blogspot.com.tr/2012/07/ilk-yerli-cizgi-film-denemesi.html (Vedat Ar’ın stüdyosundan bir fotoğraf)
http://eskicizgifilmlerim.blogspot.com.tr/ (Bir Hikâye Bin Ders gazete kupürü)

Hotel Transylvania – Analiz

Yönetmen: Genndy Tartakovsky
Animasyon Yönetmeni: James Crossley

Otelin Menüsü: Korku Soslu Şekerleme
Sony Pictures Animation yapımı “Hotel Transylvania”, korku-fantastik ve eğlence (mizah)’yi birleştiren bir animasyon. 6 yılda biten film, 100 milyon dolara mal olmuş ve gişe sonrası Sony’ye 300 milyon dolar kazandırmış. Gişede hasılat rekorları kıran birçok filmle karşılaştırıldığında Hotel Transylvania’nın çok fazla ilgi görmediğini söylemek mümkün. Ancak bu ilginin filmin kalitesiyle ters orantılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunda da başarılı yönetmen Genndy Tartakovsky’nin büyük bir payı var.
Sony’nin Genndy Tartakovsky’i yönetmen olarak seçmesi radikal bir karar. Samurai Jack ve Powerpuff Girls’ten tanıdığımız Tartakovsky, ağırlıklı olarak 2D animasyon geleneğine bağlı bir yönetmen. Dolayısıyla Sony, Tartakovsky’nin 2D geleneğini, bu projedeki 3D animasyona yansıtmasını istemiş gibi görünüyor. Bununla ilgili olarak Tartakovsky, ayna referansı alınan pozlardan ziyade gerçek pozların kâğıt üzerine tekrar tekrar çizilerek ideal ve eğlenceli bir ifadeye ulaşılmasını, bunun için de bir kalem perspektifinden bakmak gerektiğini söylüyor. Animatörler de bu bağlamda video referansından sıyrılıp kâğıt çiziminden yola çıkarak karakterleri canlandırmışlar. Bunda da ne kadar başarılı olduklarını animasyon kalitesinden anlaşılıyor.

gorsel1

Tabii bu başarıda Tartakovsky’nin özverili ve detaycı çalışmasını da unutmamak lazım. Tartakovski, animasyon planlarının değerlendirilme sürecinde elinde sürekli tabletle dolaşıp pozlamalara direkt müdahale etmiş ve animatörle bu bakımdan sıkı bir etkileşimde bulunmuş. Ve onlardan gerçekliğin dışında karikatürize edilmiş, gerçek hareketten daha gerçekçi olan bir animasyon beklemiş. Sanatsal yapıtlarda da yapılmak istenen bu.

gorsel2

Filmin animasyon yönetmeni de Sony’nin daha önce çalışmış olduğu yönetmenlerden biri. Daha önce Cloudy with a Chance of Meatballs, Beowulf ve The Smurfs’de çalışan James Crossley, Sony’nin anlatım diline alışkın biri. Belki de bu yüzden Crossley, Tartakovsky’nin yöntemine hiç aşina olmadıklarını söylese de bu yöntem sayesinde “klasik hareket kalıplarını kırararak” çok daha eğlenceli bir film ortaya çıkardıklarını vurguluyor.

gorsel3

Eğlence demişken animasyonla ilgili bir önyargıdan söz etmek istiyoruz. Nedense animasyon deyince akla sadece mizah geliyor, bunun böyle olmadığını 9 ve Nightmare Before Christmas’da görmüştük. Ancak son dönemlerde üretilen hemen hemen bütün animasyonlarda yoğun bir biçimde mizaha ve komediye yer verildiği görülüyor. Bu anlamda Hotel Transylvania farklı bir yerde duruyor. Öyle ki barındırdığı korku ögeleriyle 9 ve Nightmare Before Christmas serisine eklemlenebilir. Hatta 2012 yılında gösterime giren Frankenweenie ve ParaNorman’ı da aynı türe dâhil edebiliriz. Bu üç filmin de aynı dönemde gösterime girmesi, animasyonun salt mizah ya da komediden sıyrılıyor olmasının bir göstergesi olarak okunabilir mi? Bununla ilgili görüşlerimizi ayrı bir çalışmada ele almayı düşünüyoruz.
Bazı eleştirilerde filmin çocuklara uygun olduğu, esprilerin çok basit olduğu söylenmiş. Bu nedenle yetişkinlere hitap etmiyor denmiş. Biz bunun aksini düşünüyoruz. Hotel Transylvania yer yer çocuklara hitap etse de çoğu sahne çocuklar için ürkütücü olabilir. Örneğin, birçok izleyenin aklında kalan aşağıda sahne yetişkinler için bile hafızalara kazınmıştır.

gorsel4

Hotel Transylvania, konu itibariyle popüler sinemadan etkilenmiş görünüyor. Bildiğiniz gibi “Twilight” serisi ile birlikte vampir filmleri revaçta olmaya başladı. Aynı şekilde vampir edebiyatı da yeniden popülerleşti. Bir vampir ailesinin hayatını mercek altına alan filmin konusu üzerinde fikir birliğine varılabilmiş değil. Birçok kişi filmin, aşkı anlattığı üzerine odaklanmış. Ama aslında hikâye ana karakter Mavis’in dış dünyayı ve insanları merak etmesi üzerine kurulu. Aşk da, sadece yan olaylardan biri olarak inşa edilmiş. Gerçi hikâye ilerledikçe ana hikâyenin ekseninde kaymalar görülüyor. Dış dünyayı merak etme hikâyesi, bir anda Mavis’in zing’ini bulma (Karşı cinsle ilişki kurma ölçütü. Bizde buna elektrik alma deniyor) hikâyesine dönüyor. Klasik çarpma yöntemiyle ilk görüşte aşk yaşanıyor. Mavis, Zing’ini buluyor ve onu kaybetmek istemiyor. Tabii bu eksen kaymaları hikâyeyi pek sarsmadığı gibi birçok izleyiciyi de rahatsız etmeyebilir. Çünkü Hotel Transylvania gerek karakter, gerek mekân açısından öyle bir görsel şölen sunuyor ki resmen büyüleniyorsunuz.
Filmi, karakter ve mekân tasarımı açısından değerlendirecek olursak ortaya muhteşem bir tablo çıkıyor. Hotel Transylvania’nın karakter tasarımında son yıllardaki en güçlü kadrolardan birine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Mekân tasarımında da yine güçlü bir isim var: Luc Desmarchelier. Bu tasarımcıların her birinin kendine has bir tarzı var. Disney, Glen Keane, Jim Kim ekolünün dışına çıkmamayı tercih ederken Sony, Carter Goodrich başta olmak üzere Fabian Mense, Craig Kellman ve Pete Oswald gibi çok farklı tarzlarda, stil sahibi birçok tasarımcıyı bir araya getirmiş. Burada bir parantez açmak gerekirse Goodrich, son dönem animasyon filmlerinin karakter tasarımında vazgeçilmez isimlerden biri. Goodrich, ne kadar başarılı olduğunu bu projedeki ağırlığıyla bir kez daha ortaya koyuyor.

gorsel5
gorsel6

Frankenstein, Dracula, Kurt Adam, Görünmez Adam, Mumya gibi birbirinden farklı tarzda ve anatomik yapıdaki ana karakterlerin yanı sıra yan rollerdeki cadılar, zombiler, tek gözlü canavarlar, iskeletorlar, ve daha bir sürü korkunç ve garip yaratıklar işte bu ekibin elinde şekillenmiş. Bu arada karakterler ve seslendirmenler birbirine çok benziyor. Belki de bu yüzden seslendirmeler oldukça başarılı. Bu konuda nasıl bir yöntem izlendiğini bilmiyoruz. Yani seslendirmenler referans alınarak mı tasarım yapılmış, yoksa karakterlere göre seslendirmenler mi seçilmiş, emin değiliz. Bildiğimiz bir şey varsa o da seslendirmenlerin ve karakterlerin uyumlu olmasının filmin başarısında etkili olduğu.

gorsel8
gorsel9

http://www.ew.com/ew/gallery/0,,20609141_20633524_21212724,00.html#21212718

Bu korkunç bilinen yaratıkların insanlardan korkması da çok güzel bir ironi. Aynı zamanda canavarların bilinen imajları ters yüz edilmiş. Böylece hepsi komik karakterlere dönüştürülmüş.
Filmdeki vampir karakterleri, zihnimizdeki vampir imajından farklı. Bu son dönem, vampir filmlerinin çoğunda var. Burada onların insan kanı içemediğini görüyoruz. Öyle ki Dracula, insan kanının yağlı ve mikroplu olduğunu söylüyor. Dracula’nın insanlarla yaşadığı kötü bir deneyim sonrası kızı Mavis’i insanlardan korumaya çalışması tipik bir baba tavrını yansıtıyor. Dracula kızının büyüdüğünü de kabullenebilmiş değil henüz. “Eyvah kızım büyüdü” paniğiyle kendisi gibi olamıyor ve kızıyla doğru bir iletişim kuramıyor. Bu açıdan hikâye baba-kız ilişkisine derinlemesine odaklanıyor. Adam Sandler’ın Dracula’nın seslendirmeni olarak seçilmesindeki ana etken de, kız çocuğu babası olduğu için Dracula karakteriyle empati kurabileceği düşüncesidir.
Her şeyi mutlu sonla bitirme arzusundan dolayı canavarların insanlarla kaynaşmasının bir anda gerçekleştiği konusunda eleştiriler var. Bizce bu kısımda bir sıkıntı yok. Çünkü insanlar canavar festivali yapıyorlar ve bu festivaldeki her karakteri onlar gibi sanıp eğleniyorlar. Yani onların gerçek canavarlar olduğunu anlayan görünmüyor gibi. Dolayısıyla burada Dracula’nın Jonathan’a ulaşması için çok güzel bir çözüm verilmiş. Ki bunun da insanların eliyle gerçekleşmesi önemli. Bu noktada da canavarların ve insanların kaynaştığını söylemek zor. Ayrıca bu kaynaşmayı Jonathan ile Mavis arasında vermek bile hikâyenin mesajı açısında yeterli.
Filmin korku atmosferini daha iyi yansıtması için renk paleti itibariyle genellikle monokrom sahneler tercih edilmiş. Bu bakımdan ilk bakışta zengin mekan görselleri dikkat çekmese de lokal sahnelerde farkına varabileceğimiz detaylardaki yaratıcılık takdire değer.

gorsel7

Story artist Kaan Kalyon’ın başarısından bahsetmeden geçmeyelim. Bildiğiniz gibi bu tür projelerde story artist büyük bir öneme sahiptir. Sanılanın aksine sadece story artist, storyboard çizimiyle sınırlı kalmayıp filmde birçok beğendiğimiz sahnenin, mizansenlerin ve detayların arkasındaki yaratıcı beyindir. Bu bağlamda Kaan Kalyon da story artist’liğin hakkını fazlasıyla veriyor. Pocahontas, Aslan kral, Herkül gibi animasyon filmlerinde çalışan Kalyon, başyapıtlar serisine Hotel Transylvania’ı da ekliyor.
Sonuç olarak Hotel Transylvania, hem içerik hem teknik açıdan son dönemlerde en çok keyif veren filmdi. Ayrıca şimdiye kadarki en iyi animasyon listelerinde üst sıralarda yer almayı hak ettiği de su götürmez bir gerçek.

Yazanlar: Nefise Abalı, Eren Erdoğan

Cesur(Brave) imaj mi Hikaye mi?

Yazan: Nefise Abalı

“Cesur” (Brave): İmaj mı, Hikâye mi?

“Cesur” çok sevildi ve 2013 yılının En İyi Animasyonu Oscar’ını da aldı. Açıkçası Oscar’ı “Cesur”un alması içime sinmedi. Çünkü 2013 yılı için aday gösterilen diğer üç filmin “Cesur”dan daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri “ParaNorman”. “Korsanlar” (The Pirates! Band of Misfits) ve Oyunbozan Ralph” (Wreck-It Ralph) de onun peşinden geliyor. Ki aday olamayan “Efsane Beşli” (Rise of the Guardians) ve “Hotel Transylvania” da bu yılın iyi filmlerinden birkaçı.
Peki “Cesur” iyi bir film değil miydi? Elbette, yılın iyi filmleri arasında onu da sayardım mutlaka. Ama en iyisi olmadığının altını çizerdim. Filmler genel olarak iki açıdan değerlendiriliyor. Biri görsellik, diğeri hikâye… Ancak söz konusu animasyon olunca kullanılan tekniklere, animasyon kalitesine ve konsept tasarımlara, dolayısıyla görselliğe daha çok önem veriliyor. Örneğin, stop-motion tekniğiyle çekilen “ParaNorman” filmi, sırf bu işin zorluğu açısından bile takdiri hak edebiliyor.
“Cesur”u görsel açıdan ele alacak olursam Walt Disney ve Pixar animasyon stüdyolarının animasyon anlayışını yansıttığını söyleyebilirim. Bilindiği üzere “Cesur”, Disney ve Pixar’ın birleştikten sonra yaptıkları ilk prenses masalı. Disney’in prensesler serisine eklemlenen prenses Merida karakteri, Pixar’ın üç boyutlu animasyondaki başarısıyla birleştiğinde ortaya güzel bir animasyon çıkıyor. Ancak şunu da söylemek gerekir ki Pixar’ın ve Disney’in daha önce yaptığı başarılı animasyonlarının [Wall-e, Oyuncak Hikâyesi (Toy Story), The Lion King (Aslan Kral)] yanında “Cesur”, biraz sönük kalıyor.
“Cesur”un başkahramanın kadın olması Pixar için Tangled’tan sonra önemli bir adım. Tabii Tangled’taki ve Disney’in prensesler serisindeki çıtkırıldımlıkla birleşen güzellik Merida’da yok, ama hikâyenin sonunda o da diğer prenseslerden pek de farklı olmadığını kanıtlıyor. Öyle ki sürekli başkaldıran ve prenses imajına bürünmek istemeyen Merida, sonunda uysal bir kız olup annesinin kıymetini anlıyor.
Bilindiği üzere Merida karakterinin görselleri, film daha gösterime girmeden izleyiciyle paylaşılmıştı. Ok atan Merida, dağınık ve kızıl saçları dolayısıyla savaşçı bir imaj çiziyordu. Ancak filmin tamamı izlendiğinde bu imajdan eser kalmadığı anlaşılıyor. Filmin ana konusu anne ve kızın arasındaki çatışma gibi görünse de filmin sonunda dış sesin söylediği “Kader içimizdedir, onu değiştirmek elimizde” sözleri bunun tersini göstermektedir. Bu noktada Cesur’un hikâyesinin sağlam bir temele oturtulmadığını söylemek mümkün. Film hangi Merida’nın hikâyesini anlatıyor? Annesine başkaldıran, kaderini değiştirmek isteyen özgür Merida’nın mı, yoksa annesine başkaldırdığı için pişman olan ve ağlayan Merida’nın mı?
“Cesur” filminin belki de en önemli noktalarından biri olayları kadın bakış açısıyla ele almaya çalışması. Kraliçe Elinor, kızını toplumsal cinsiyet rollerine uygun bir şekilde yetiştirmeye çalışırken Merida bu rolleri reddetmektedir. Babası her ne kadar egemen düzeni temsil ediyor görünse de bu sadece fiziki olarak öyledir. Asıl kocasını ve krallığı yöneten Kraliçe Elinor’dur. Yani aslında anne de erkek egemenliği altındaki geleneksel kadın imajından oldukça farklıdır. Burada şu soruyu sormak mümkün. Peki geleneksel olmayan bu anne, neden kızını toplumsal cinsiyet rollerine uyması için zorlar? Sanırım burada kadınlık duygusundan çok, annelik duygusu ön planda. Filmin sonuna gelindiğinde ise anne, artık Merida’nın bir kadın olduğunu kabulleniyor görünüyor. Feminist açıdan değerlendirildiğinde bu durum olumlu olarak yorumlanabilir. Ancak Merida, filmin sonunda annesine kavuşmanın verdiği mutlulukla evine dönüyor. Çünkü özgür Merida’nın gidebileceği başka hiçbir yer yok.
Birçok eleştirmenin dediği gibi “Cesur”, cesur ve özgürlüğüne düşkün bir kadının hikâyesini anlatarak feminist söyleme katkıda bulunmuyor. Aksine “annenin sözünü dinle, dinlemezsen işte başına bunlar gelir” mesajını ileterek aile kavramını, anneliğin önemini, söz dinleyen kızların belaya bulaşmayıp mutlu olacağını vurguluyor. Ki bunu yaparken kurguda ipin ucunu kaçırıyor. Önce Merida’nın farklı bir kadın oluşu, özgürlüğüne düşkünlüğü ve âsiliği vurgulanıp izleyicide Merida’nın kahraman olacağı ya da her şeyi bırakıp gideceğiyle ilgili bir beklenti oluşturuluyor. Ama filmin sonlarına doğru hikâyenin ekseni kayıyor ve Merida kendinden beklenmeyecek bir zavallılığın içine düşüyor. “Gördünüz mü, sen o kadar ben özgürüm, istediğimi yaparım de, bak başına ne geldi?” der gibi sahneler yaşanıyor. Bence kurgunun bu şekilde kaymasının gözden kaçırılmaması gerekirdi.
Bu eleştirilerimi okuduktan sonra, bir de bu gözle filmi izlemenizi istiyorum. Bir filmin sadece görsellikten ibaret olmadığı, hikâye kurgusunun bir filmin iskeleti olduğu unutulmamalı. Karakterin imajı, diğer prenseslerden farklı da olsa… “İmaj hiçbir şey, hikâye her şey”!

Cocuklara Yönelik Animasyon Senaryosu

Çocuklara Yönelik Animasyon Senaryosu
yazan: Nefise Abalı – Çizgi Film Senaristi

Türkiye’de animasyon ya da çizgi film dendiği zaman sadece çocuklara yönelik olduğu düşünülüyor. Oysa animasyon sadece çocuklar için değildir, her yaşa hitap edebilir. Dolayısıyla animasyon senaryosu yazımında sorulacak ilk soru “Çocuklar için mi, yetişkinler için mi?” olmalı. Eğer çocuklar için yazmaya karar verdiyseniz bu yazı tam size göre… Ama yine de dikkat, yetişkinler de hedef kitlenize sızabilir!
Hem içerik hem de teknik açıdan senaryoya başlamadan hedef kitlenin belirlenmesi çok önemli. Çünkü hedef kitle senaryoyu inşa edeceğimiz temel kriterdir. Öyle ki hedef kitleye göre konu, karakter, mekân, anlatım yöntemi belirlenir. Hedef kitle genel olarak 3-6, 6-9, 9-12 yaş olarak çeşitlenen farklı yaş gruplarıdır. Hem 3 yaşa hitap eden hem de 9 yaşa hitap eden bir senaryo yazmanız mümkün değildir. Çünkü 9 yaş için yazılan bir senaryo, 3 yaş için çok karmaşık gelecektir. Aynı şekilde 3 yaş için yazılan bir senaryo 9 yaş için çok basit gelecektir ve çocuk sıkılacaktır. Örneğin 3-5 yaşa hitap eden Pocoyo çizgi filmindeki bazı kavramların ve nesnelerin tanıtılması bunlarla ilk kez karşılaşan üç yaşındaki bir çocuğu heyecanlandırırken bunların ne olduğunu bilen 9 yaşındaki bir çocuk için elbette sıkıcı olacaktır. Dolayısıyla hedef kitleyi belirlemek, neyi, nasıl anlatacağınız konusunda size bir yol gösterir. Aynı zamanda teknik açıdan da senaryoyu etkiler.
Sadece hedef kitlenin belirlenmesi de yeterli değildir. Belirlenen hedef kitleyi de iyi tanımak gerekir. Hitap ettiğiniz yaş grubundaki çocuklar nelerden hoşlanır? Neleri daha iyi anlar? Neleri heyecanla izler? Bunun için senarist çocuk gelişimi kitapları okumalı ve hitap ettiği yaş grubunun bilişsel, duyuşsal ve psikomotor davranışlarını bilerek içeriği oluşturmalıdır. Örneğin, 3-6 yaş grubu çocuklar soyutlama yapamadığı için olayların somutlaştırılarak anlatılması gerektiğini senarist bilmelidir. Bununla birlikte çocuk gelişimi uzmanlarından da mutlaka yardım alınmalıdır.
Hedef kitleyi belirledikten sonra animasyonun hikâyesi oluşturulur. Hikâye oluşturma aşamalarını da şu şekilde sıralayabiliriz:
Fikir bul
Karakteri oluştur
Hikâyeyi kur

İlk aşama olan fikir bulma sürecinde yaratıcılık devreye girer. Yaratıcılık herkesin gördüğü ya da bildiği bir şeyi farklı bir şekilde anlatmaktır. Örneğin, Oyuncak Hikâyesi (Toy Story) yaratıcı fikre iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Oyuncak Hikâyesi, oyuncakların konuştuğu ve maceralar yaşadığı bir dünyayı anlatır. Ya da Köfte Yağmuru (Cloudy with a Chance of Meatballs)… Yiyeceklerin gökyüzünden yağdığını hayal edin. Çok yaratıcı değil mi? Bu çizgi filmlerin ne kadar sevildiği ve başarılı olduğu ortada…

Ünlü animasyon senaristi Jeffrey Scott, hikâyenizin dikkat çekmesi için fikrinizin farklı olması gerektiğini belirtiyor. Farklı fikirler ortaya çıkarmanın da birçok yolu var. Bunlardan biri de Scott’a göre çok bilinen bir hikâyeyi değiştirerek orijinal bir şekilde verebilmektir. Bunun için diğer çizgi filmleri izleyerek çıkarılabilecek malzemelerin yerine yeni fikirler koyarak yeni projeler üretilebilirsiniz. Scott, bilinen bir hikâyeyi alıp yapısını, zamanını ya da karakterlerini değiştirerek onu yenileyebilirsiniz diyor.

Eski Fikir + Yeni Zaman, Yer ve Karakter = Taze Fikir.

En önemli senaryo yazım kurallarından birisi: “Basit tut.” Fikriniz ve dolayısıyla senaryonuz çok karmaşık olmamalı. Özellikle çocuklara yönelik animasyonda, anlatımı basit tutmak iyidir. Yaratıcılıkla basitlik arasında da sıkı bir ilişki vardır. Jazz sanatçısı Charles Mingus “Basit olanı karmaşık hâle getirmek olağandır. Karmaşık olanı basit, şaşırtıcı derecede basit hâle getirmek ise yaratıcılıktır”. diyor. Dolayısıyla yaratıcı fikir ve basit anlatımla hikâyenizin diğerlerinden farklı olmasını sağlarken çocukların dikkatini de çekeceksiniz.

Fikriniz varsa hikâyeyi oluşturma aşamasına geçebilirsiniz. Bu noktada sormanız gereken temel üç soru vardır. Hikâyenizde “Ne anlatılacak?” “Hikâye kimin/kimlerin hakkında olacak?” ve “Nasıl anlatılacak?”. Bunlardan en önemlisi de “Nasıl anlatılacak?” sorusudur. Bu noktada senaristin başarısı ve farkı kendini hissettirir.

“Ne anlatılacak?” sorusundan başlayalım. Bu noktada hikâyenin konusunu ya da temasını belirlemelisiniz. Tema doğrultusunda bir ana fikriniz de olmalı. Örneğin, Wall-e’de “Sürekli tüketen insanın dünyaya verdiği zarar” konu edilmiş. Wall-e’nin ana fikrinin de “Teknolojinin kölesi olup insanlığımızı (duygularımızı) unutmamalıyız” olduğunu söyleyebiliriz. Ancak burada önemli olan senaryonuzun konusunun ya da ana fikrinin belirlenmesi değil, ana fikrin görsel olması ve filmin bütününde görülmesi. Wall-e’de filmin başından sonuna kadar insanların duygularından uzaklaşıp mekanikleştiği olumsuz olarak vurgulanırken teknolojik bir araç olan Wall-e’nin âşık olarak duygularını yoğun bir biçimde yaşamasının olumlanması ana fikrin görselleştirilmesidir.

Hedef kitlenin yaşına ve kültürüne uygun karakterler oluşturulmalı. Çocuğun çevresinde görebileceği ve yakınlık duyacağı karakterleri seçmek önemli. Örneğin Türkiye’deki çocuklar Nasreddin Hoca, Keloğlan gibi karakterlere yakınlık duyarken aynı karakterler başka bir ülkenin çocuğu için aynı duyguları uyandırmayacaktır. Ayrıca hedef yaş grubuna dâhil olan en az bir karakter mutlaka çizgi filmde yer almalı. Örneğin, 3-6 yaş grubuna bir çizgi film yapıyorsanız çizgi filminizde 4 ya da 5 yaşında bir karakteriniz olmalı. Böylelikle hedef kitle o karakterle özdeşlik kurabilir ve onu örnek alabilir. Bu noktada şunu söylemeden geçemeyeceğim. Çocuklar örnek alsın diye çizgi filmlerde mükemmel karakterler oluşturulmakta. Bence ana karakterin ya da çocuğun yaş grubuna yakın olan karakterin zayıf bir yönü olmalı. Böylece çocuk, karakteri daha samimi bulacak ve ona kendini daha yakın hissedecektir. Örneğin, Kayıp Balık Nemo (Finding Nemo)’nun bir yüzgecinin kısa olması… Neşeli Ayaklar(Happy Feets)’daki yavru penguenin diğerleri gibi iyi şarkı söyleyememesi…

Şimdi teknik açıdan senaryoyu ele alacağım ama burada senaryonun biçimsel özelliklerine değinmeyeceğim. Birçok senaryo yazım programı var, bunlardan birini kullanarak rahatlıkla senaryo yazabilirsiniz. Ben Celtx veya Final Draft’ı öneririm.

Senaryo yazma süreci üç aşamadan oluşur: Sinopsis (Premise), Tretman (Outline) ve senaryo (Script)… Sinopsis, hikâyenizin 3-5 cümlelik özetidir. Tretman, hikâyenizin sahne sahne belirlenmesidir. Hangi sahnede, hangi olayların ya da gelişmelerin yaşanacağı detaylı bir şekilde belirlenir. Senaryo da tüm hareket ve diyalogların yazıldığı süreçtir.

Senaryoda her şey betimlenmelidir. Ancak bu edebî olarak değil, görsel olarak yapılmalı. Bir resmi anlatmak gibi… TRT’de yıllarca resim yapan kıvırcık saçlı Bob Ross’u hatırlarsınız. Bob Ross resim yaparken tuvale yaptığı her hareketi betimlerdi. “Şurada bir elektrik direği olsun. Belki bir kuş yorulduğunda bunun üzerinde dinlenir. Ya da yuvasını buraya kurar.” ya da “Burada dalgalar kıyıya vursun.” derdi ve bunları da resminde görebilirdiniz. Ressam bu betimlemeleri yaparken donuk bir resim değil, yaşanılan bir dünyayı anlatırdı. Senarist de bu şekilde hayalinde canlandırdığı resmi somut bir şekilde ifade etmeli. Sonuçta yazacağınız senaryo yazılı olarak izleyiciye ulaşmayacak, görsel olarak ulaşacak.

Duygu durumları açık açık belirtilmeli. Soyutlama yapılmamalı. Örneğin, “karakter doğum günü hediyesini açarken çok heyecanlıydı” yazmak yerine “hediyesini açarken heyecandan titriyordu” demek daha uygun olacaktır. Yani her şey görsel olarak betimlenmelidir.

Çocuklar için yazıyorsanız birtakım olayları hem diyalog hem de görselle anlattığınızda o durum ya da verilmek istenen ileti daha rahat anlaşılır, daha kalıcı olur ve iyice pekiştirilir. Eğitimci Edgar Dale, bireylerin yaşantıları ve öğrenmeleri arasındaki ilişkiyi göstermek için bir Yaşantı Konisi oluşturmuştur. Dale’e göre öğrenme ne kadar duyuya hitap ederse o kadar güçlü olur. Öğrenme için en etkili duyu organı gözken etkisi en az olan duyu organı kulaktır. Dolayısıyla olayları sadece diyalogla vermek yeterli olmayacaktır. Bunu görselleştirmek de gerekir. Ayrıca animasyonda diyalog üzerine kurulu espriler kadar görsel espriler de dikkat çeker. Tom ve Jerry buna en güzel örnek. Gerçi pedagoglar Tom ve Jerry’i eleştiriyor ama ne anlatmak istediğim umarım anlaşılmıştır.

Kısa ve akıcı diyaloglar yazılmalı. Örneğin, 3-6 yaş için bir senaryo yazıyorsanız diyaloglar kısa tutulmalı ve bir cümlede en fazla beş kelime olmalı. Yaş seviyesi arttıkça cümledeki kelime sayısı da artabilir. Akıcı diyalog yazmak için de bir karaktere arka arkaya iki cümle söyletmek yerine diğer karakterleri de devreye sokarak yönlendirme yoluyla diyaloglar ilerlemeli.

Didaktik cümlelerden kaçınılmalı. Bana göre bu nokta çok önemli. Bütün bir animasyonda anlatılmak istenen, filmin sonunda tek bir karaktere söyletilerek veriliyor. Birçok çizgi filmde bu durumu gözlemlemek mümkündür. Didaktik cümleler yerine anlatılmak istenenler, yukarıda da belirttiğim gibi görsel olarak filmin bütününde görülmeli ve hissedilmelidir. Senaryodaki bütün unsurlar, filmin ana fikrini desteklemelidir.

Bana göre animasyon bir çocuğa benzer. Çocuklar meraklı olurlar, her şeyi öğrenmeye çalışırlar. Animasyonda da bu merak olmalı. Çocuklar animasyonu izlerken “Bundan sonra ne olacak?” sorusunu sormalı. Nasıl ki çocuklar heyecanlıdır, yerinde duramazlar. Animasyonda da heyecan olmalı. Sürükleyici bir olay çerçevesinde izleyiciyi heyecanlandırmalı. Çocuklar duygularını rahatlıkla ifade ederler. Yer ve zaman önemli değildir. Ağlamak istediklerinde ağlarlar, gülmek istediklerinde gülerler. Animasyonda da duygu durumları belirgin ve yoğun bir şekilde verilmelidir. Animasyon yönetmeni ve yapımcısı Andrew Stanton, Pixar filmlerinin en sevilen unsurunun kalbi olduğunu söyler. Senarist de karakterlerin duygularını göz ardı etmemelidir. Çocuklar neşeli ve eğlencelidirler. Çizgi filmde bu eğlence sürdürülmeli, komik durumlarla çocuklar eğlendirilmeli.

Kısaca bir animasyonda olması gereken unsurlar şunlardır:
-Merak (Bundan sonra ne olacak?)
-Heyecan (Sürükleyici bir olay)
-Duygu (Karakter)
-Eğlence (Komik durumlar)
Umarım yazdıklarım çocuklara yönelik animasyon senaryosuyla ilgili az da olsa size bir fikir vermiştir. Bu çalışmanın konusu senaryonun içerik ve teknik açıdan bir çerçevesinin olduğudur. Ama ana fikir, kendinize sınır koymayın, yapımcınızı ikna edin